OKU

Neredesin Barış?

baris-zeytindali-güvercin

Psikolojik olarak yorgunum…

Bence doktora falan gitsem, ağır depresyondasın der…

“Ülkemdeki vicdanı olan herkes gibi” bana da der yani…

Ankara denilince aklımda olanlar;

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anıtkabir, ablamın okulu Dil Tarih, Bahçelievler, Oran, TRT, Devlet Opera-Bale, Gençlik caddesi, Gar, Tunalı… Sevdiğim dostlar,kuzenler… Kolonya şişesine benzeyen otel, kuğular (bembeyaz narin kuğular)…

Ekim ayından beri haberlerden, Ankara’ya dair daha çok yer biliyorum…

Sonra İstanbul…

Hemen hemen her yerini karış karış bildiğim, yaşadığım, güldüğüm, eğlendiğim, para kazandığım şehir..Taşının toprağının altın olduğunu göremeden üstünde hüzün bulutlarını gördük…

Oysa benim için İstanbul; İstiklal Caddesindeki İnci, Beyoğlu Çikolatacısı, Harbiye Açık Hava Tiyatrosu, konserler, tiyatrolar, operalar, cıvıl cıvıl insanlar…

Nişantaşı Çiçekçileri, Bağdat Caddesi yürüyüşleri, yeni anne olmuşların pusetlerde (anne olduk ama caddeden kopmadık hala biz diyerek) bebeklerini gezdirişi, Büyük Ada’ya giden püfür püfür vapur keyfi, arkadaşlarla buluşmalar, Eminönü gezilerinde “hani o rüyada görülmüş olan güllü lokumu” aramalar…(yazarım sonra onu)

Nasıl bir daha aynı yaşta olmayacaksak, hiçbir şey de aynı olmayacak…Aynı hisleri hissetmek ya çok zor olacak ya da çok zaman alacak…Deniz kokusunu içimize çeksek bile aynı gönül rahatlığıyla hayata dönmek zor olacak…Hızlı unutmaya programlıyız aslında, unuttuğumuz binlerce şey var Almanakları bir açsak neler neler çıkar önümüze… Unuttuğumuza utanırız…

Ankara, İstanbul ve dört bir yanda yakalanan araçlar, çocuklarının yarınından endişeli ebeveynler, geleceğe yine de umutla bakmaya çalışanlar, bakamayıp melisa çaylarına, yatıştırıcılara sarılmalar..Morali geri getiren tablet tablet çikolatalar, muzlar, papatyadan, kedi otundan çaylar,falanlar filanlar…

Yaşadığı için üzülür mü insan ya? Üzülüyorsun…Tutunacak bir dal için, sarılıyorsun dünyaya dönüş yöntemlerine…Ama devası bulunamadı bence henüz…Neyse…

Neyse…Yani… Ne çok kullanıyorum… Ve yine ”neyse” diyorum…

“İnanamıyorum, bu hale nasıl düştük bilemiyorum…Her neyse… Her kimdeyse…Neyse…”

Çok severim Vedat Sakman’ın şarkısını, ondan herhalde…Yitip gitmiş, bitmiş bir aşkı anlatıyor olsa da…Cevabını bulamadığımız, bilmediğimiz şeyler için de kullanabiliriz…

Her şeye ”neyse” demekten, duyarsız gibi olmaktan, etrafımızı saran duyarsızlaştırıcılardan o kadar sıkıldım ki; anlatamam..

Yaşananlar için üzgünüm çok… İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Sur, İdil, Gaziantep, Mardin, Nusaybin… üç noktalar uzuyor… Kayıplar arttıkça barış güvercinleri de uçuyor, kayboluyor…

Zeytin dallarıyla barış çağırmak için; binlercesini acımadan kestikleri zeytinleri, yeniden ekmek gerekiyor sanırım…

Ayrıca, uçuracak kadar güvercin de kalmamış olabilir…

Barış dolu bir dünya bırakmaya çalıştığımız, çabaladığımız çocuklarımızın eğitimini, güvenliğini sağlamak, istismarını önlemek, hukuki haklarını arayabildikleri ”demokratik ülkesini” sevdirmek, okumalarını, sorgulamalarını, doğru yoldan sapmamaları ve dahası için yırtınıyoruz…Tıpkı bizden öncekiler gibi ve daha öncekiler gibi…

Önce içimizde, beynimizde, iliklerimizdeki sevgi kırıntılarını filizlendirmeliyiz ve ”barışı” beslemeliyiz en yalın haliyle…

Kötülükten, kavgadan, savaştan kurtulmalıyız…Uyum, birlik ve beraberlik , huzur içinde yaşamak demek Barış…

Önce içimizde, sonra ailemizde, sevdiklerimizde… Sonra ülkemizde…. Sonra dünyada…

Neredesin Barış?

peace at home

 

İlgili Makaleler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu